5 Mart 2014 Çarşamba

İnsanları eleştirmek için açılmış bir blogda ne yaparsınız? Eleştirir misiniz? Yoksa dahada iyisi kafalarını karıştırıp aptallıklarını yüzlerine mi vurursunuz? 
Sanırım bu ve bundan daha fazlasını üzerimize görev edinmiş olmakla beraber azıcıktan bile daha az farkındalık sağlayabilirsek ne mutlu bize... İnsanları hunharca eleştirirken aldığımız haz yeterde artar üstüne double shot gibi gelir. O iç gıcırdatan haz gibisi var mı ki? Evet "var mı ki" kelimesi tam olarak böyle yazılır. Kafanızdan geçenleri daha siz dile getirmeden asırlar önceden anlayabilme yeteneği tüyler ürpertecek kadar korkutucu ve bir o kadar da alakasız. Böyle alakasız her şeyi bünyemizde mevcut bulundurmak belki bir lanet belkide bir lütuf. Bir Edward Cullen olamasak da en kuytuda kalmış düşüncelerinizi açığa çıkartıp gece sizi kıvrandırmak en büyük zevkimiz olacaktır. Özellikle makyaj yapmayı beceremeyen varlıkları o kadar çok kıvrandırmak istiyoruz ki onlarda bizi göz zevkinden edip acı içinde kıvrandırmasın. Bazen o acı öyle boyutlara geliyor ki dayanamıyoruz. Mümkünse dayanmamız düşünülemez düşünülmesi teklif dahi edilemez. Bir kavanoz boya ile kendinizi iyi hissediyor ve başka sanat dallarına meyil barındırıyor iseniz, mesela resim, hiç başlamayın çünkü kendi yüzüne bu kadar eziyet eden birinin tuvale yapacaklarını düşünmek dahi istememekle beraber 1973'te vefat etmiş olan Pablo Picasso amcamızın mezarında dört dönmesini istemiyoruz. Makyaj yapmayı bilen doğru tonlamayı doğru yerde yapan hangi malzemeyi nerede ve nasıl kullanması gerektiğini bilen o mükemmel eli öpülesi insanlara kesinlikle sözümüz yok. Olsaydı başka şeylerde kesin yazardık belki ilerde onlarla ilgili birkaç sözümüz olursa da geride bırakmayız. Mutlaka bahsederiz, aksi benliklerimize sığmaz taşar, sel olur uçar, ama yerini bulur. Eğip bükülebilen sözü her türlü uzatabileceğimiz güzel Türkçe'mizle derdimizi anlatırız. Anlayana ve bilene ne güzel kullanımları olan bu dil o tatlı ve yaş grubundan asla tam olarak emin olamadığımız  tam ne şekilde hitap etmemiz gerektiğini bilmediğimiz biberci olarak nitelendirmekten üzülemeyeceğimiz topluluk tarafından katledilse de dilin doğru kullanımlarını gelecek nesillere aktarmak konusunda saplantılı bir bakış açısı içinde olduğumuz gerçeği gün gibi ortadayken konunun nerelere kaydığı konusunda şok edici bir aydınlanma yaşamaktayız. Öyle ki beyin nasıl bir olgudur ki insanı oradan oraya düşünce adı altında savururken, insan asla fark etmez anı yaşayamadığını. İşi yapmayı bırakıp işle ilgili düşünülmeye başladığı zaman asıl başarısızlık içinde sıkışıp kaldığını anlamaz. Gerekli olan enerjiyi, işi yapıyorken işe vermek gereken durumlarda daha çok düşünme aşamasına sıkışıp kalmış atağa geçmek için fırsatları elinin tersiyle erteleyen bir nesil olup çıkmışız. Tabi burada gerçekten düşünen bir gruptan bahsediyoruz beyni ile başka organları yer değiştirmiş aykırı topluluk bu söylemlerimizin dışında kalıyor. Onlarla aynı evreni paylaştığımızdan bile şüpheliyiz. Onlar paralel evrenlerden birinde belki de en zeki yaratıklar ama burada üzgünüz bu durum geçerli değil. Tekrar üzülerek belirtmeliyiz ki onlarla dolu olan bir yerde eğitim almak zorunda kaldığımız acı bir gerçek gibi yüzümüze çarpıyor. Peki bu durumda üzülüp ağlayıp depresyona mı girmeliyiz? Olası ihtimaller dahilinde onlar farkında bile değilken onları eleştirip dedikodu mu yapmalıyız? Dedikodu nasıl var olmuştur? Varoluşun öncesinde ne vardır? Yeryüzündeki en önemli soru nedir? Cevabı 42 midir?
                                                                                                imza: merak edin çatlayın...

3 Mart 2014 Pazartesi

Bozuk priz anlatılmaz yaşanır. Ekinler dize kadar gel bize bazı bazı proje hazırlama aşkıyla yanıp tutuşan arkadaşımızın ahlak dışı kız fotoğraflarıyla dağılan dikkatimiz ancak böyle paklandı. Hele ki bazı meslek düşkünü arkadaşlarımızın blog fikirlerine kaşı duyduğumuz dayanılmaz aşka daha fazla karşı koyamadık ve karşınızdayız.
Belkide bahane bulmaya bahane arayan bünyeler olarak  çalışmak bize göre değildir. Aslında her şey yoktur biz aslında paralel evrende var olan böceklerizdir. Asıl olan madde dedikodu için var olmuştur. Marjinallik dedikodunun atası belki de dedikodu marjinalliğin atasıdır. Marjinallikle ilgili mükemmel tanımlamalar yapabiliriz. Ne gerek var şimdi elimizde şampanya üstümüzde röpteşambır marjinallik tanımlamaya. Peki eldeki başlıklar neler? Anahtarların neden çaldırma özelliği olmaz? Bizde evde gereksiz yere kaybolan anahtar kadar gerekliyiz dünyaya. Peki bizi bulan veya buldurmaya zorlayan şey ne? İHTİYAÇ... Peki o nedir? Neye yarar? Peki oda bizi görebiliyor mu? Babam böyle güzel pasta yapmayı nereden öğrendi? Hamur nasıl bu kadar kabarır? Peki bizim işimiz nedir? Neye yarar? Moda nedir? Ne için yapılır? Biz buraya niçin çıktık? Neden çıktık? Niçin çıktık? Çıktıkta çıkmadık mı dedik? Bunlar birtakım uydurma laflardır. Çıkmışsak çıkmışızdır. Görünen köy uzakta değildir. Klavuz istemez. Havaların açılmasını mütevellit kızlarımıza yapılan kızılay yardımları sonucu Tuğba sezonu açılmıştır.Tuğba kimdir? Nedir? Niçin var olmuştur? Bize Allah'ın bir lütfu mudur? Yoksa gözlere zarar ve sezona ismini veren varlıklara haksızlık eden bir topluluk muyuz? Yada olmalı mıyız? İnsanları fütursuzca yargılamamız konusunda kararlı mıyız? Bence olmalıyız? Olmama ihtimalinden doğabilecek sonuçlar bizi bağlamaz bağlaması söz konusu dahi edilemez. Bağlasa dahi umrumuzda olması ihtimal dahilinde değildir. İş bu sözleşme bağlayıcılığı mütevellit bilmem ne içerisinde değildir.
Yeni ve son paragrafımıza gelirken buraya kadar okuyabildiğiniz için sizleri tebrik eder ve veda ederken bizi özleyin anacım baaay :)
                                                                               imza:   Merak edin çatlayın...